bizim bitmiş aşklar müzemiz: anı kutuları
saçmasapan bir kağıt parçasını bile saklayan biriyim ve erkin koray’ı çok seviyorum. "kör olası çöpçüler, aşkımı süpürmüşler…"
anı kutularımızı oluşturmamızın temelinde yatan duyguya zaman zaman kafa yormuşumdur. gençliğimizi, anılarımızı ve hayatın tüm güzel anlarını yaşamış da geriye birkaç fişten ya da içecek kapaklarından fazlası kalmamış gibi yapışımız; hayatın sanki gün geçtikçe monotonlaştığını düşünürken bir an sonra kendi kendimize “bu anı da bir gün hatırlayacak ve ne güzel günlermiş! diyeceğim” diye düşünüşümüz, gençliğin zaman zaman yaşlılıktan daha hüzünlü olması, aniden biten arkadaşlıklar ve beklenmedik zamanlarda bizi bulan aşk… nostalji.
sevginin de bitebilen bir şey olduğunu anlamak
sevgi evrilir, dönüşür, büyür, bütün ruhunu kaplar belki ve sen de sevgiden ibaret olursun. sanki hiç bitmeyecekmiş gibi gelen bir hale bürünür, azaldığını hissetmez ve büyüdüğünü de anlamazsın. öyle bir an gelir ki, aynaya baktığında kendini tanıyamaz olursun. onu görürsün kendinde, odanın her noktasına yerleşmiştir ruhuna olduğu gibi. onun bir yansıması olup çıkmışsındır artık. kendini o olmadan sevmediğin gibi o olamadan da sevemezsin. onun kelimelerini kullanırsın, onun duygularıyla konuşur ve yaşarsın, tarzını bile edinirsin belki. seven sevdiğine benzermiş derler ya, işte o hesap!
kendi kendinin katili olup suçu ona atarsın.
bunu anladığın vakit kanlı bir sınır çekilir aranıza. görünmezdir elbet, acısı da geceleri gelir göğsüne. sen farkına bile varmadan azaltır sevgini. öyle bir hal alır ki, iki yabancıdan farksız olursunuz. birbirinin ruhunda olan iki yabancı, birbirinin omurgasından doğmuş iki yabancı.
bu kadar sevgi nereye konur peki? nereye sığdırırsın ruhundan çıkarıp? bir gün odandan çıkardığın o tüm “fazlalık” eşyaları çöpe atmaya elin varmadığında nereye koyarsın?
farklı bedenlerde sevgini sığdıracak ruhunu ararsın. farklı evlere yerleştirmeye çalışırsın o eşyaları ama öyle abes durur ki orada, miden bulanır bazen. bitmiş aşklara sevgini sığdıramazsın, onlardan geri kalanlara bir müze açarsın.
aşk, sevgi gibi değildir
aşk, sevgi gibi değildir. hızlı doğar, hızlı yaşar ve hızlı ölür. bazen sen daha onu bir kılıfa sokamadan biter, bazense aşkı ararken bitirirsin. kimisi büyütür seni, kimisi çocuklaştırır, kimisi mutlu eder ama aşk asla üzmez seni. aşklar mezarlığında yas tutarken bile üzgün sıfatına yetebilmek için bile yeterince üzgün değilsin aslında. hâlâ heyecanlısın, hâlâ umutlusun ve hâlâ sevmedin onu. sevgi zamanla evrimleşir, içine yerleşir, en mahremine kadar sevgi olursun. yüzeysel değildir. bir kılıfa sığdıramazsın onu, ne ruh kılıfına ne de anı kutularına…
“İster bir gün, ister bir ay, ister sonsuza dek sürsün, aşk seni hep gülümsetmeli, asla ağlatmamalı.”
Saklı Yürek, Ferzan Özpetek.
aşk, sevgi gibi değildir. sevgiyi bir müzeye sığdıramazsın. bitmiş aşklar gibi sayılı anı bırakmaz ardında, hiç gitmez senden aslında. bitebilen bir şey olduğunu da bu yüzden anlamazsın. ruhunda bir yerlerdedir hâlâ, ama artık evrimini tamamlamıştır. çalkantılı sürecini atlattığında yeterince hissetmezsin onu ve buna bitmek dersin.
sevgi çelişkilerle dolu
yazının buraya kadar olan kısmında bile göze çarpan çelişkiler var. tekrar okuduğumda tüm bunları teker teker fark ediyorum. düzeltmek istediğimde ise yapamıyorum, çünkü bunlar benim hislerim.
bizim bitmiş aşklar müzemiz
filmde birçok kişinin aşklarının buluştuğu yer bu müze. farklı hayatların, farklı fikirlerin buluştuğu nokta. bizim bitmiş aşklar müzemizin ise ortak paydası biziz. farklı hayatlar gördük, farklı fikirler öğrendik ama sorduğunuzda belki o müzedeki kişilerden birinin tek fikri ve tek hayatı sizsiniz. onun evreninde var oldunuz ve onun ruhuna misafir oldunuz. o sizinle sevmeyi öğrendi belki de. ya da bir başkasını düşünün müzenizden, o da sizi hiç ağırlamadı ruhunda ama siz onu derinlerde hissettiniz. birinde gerçek aşkı bulduğunuzu sandınız ama daha çok küçüktünüz, birinde ise platoniktiniz ve umut etmenin ne kadar acı verici olabileceğini fark ettiniz. bir diğerinde yeni bir film izlediniz, fransızca öğrendiniz, rock müziğe merak sardınız, birkaç şiir yazdınız, mısır piramitlerini araştırdınız veya düşünmemek için saatlerce oyalandınız…
kısacası aşkı ezberlediniz. bir aşk şiirinde en çok kullanılan kelimeleri, alınacak hediyeleri, edilecek iltifatları ezberlediniz. buna rağmen hâlâ yaşayacak anlarınız, öğrenecek şeyleriniz ve hatırlanmak üzere yaşanacak yıllarınız var. hayat hiçbir zaman gerçekten “monoton”laşmadı. hâlâ geç kalmadınız. hâlâ nefes alıyorsunuz ve buna devam ettiğiniz müddetçe ilk defaymış gibi aşık olmaya devam edeceksiniz. bir müzede yer kalmadığında yenisini oluşturacaksınız.
anı kutularımız, bizim bitmiş aşklar müzemiz. aşk hayatla, bedenle iç içedir ve eğer olacağı varsa olur. biteceği varsa önüne geçmen imkansızdır. küçük tesadüfler, büyük sonuçlar doğurur hayatta.
sevgisini aşklara vuranlara ve umutsuz aşıklara,
biraz da benim gibi kafasını toparlayamayanlara.
-ela
Ela…
Sen yazmamışsın, resmen eski sevgiliyi anı kutusuna değil, edebiyat rafına kaldırmışsın.
Öyle bir zarafetle dökmüşsün ki içini, insan “ben bu duyguyu yaşamadım ama neden burnumun direği sızladı?” diyor.
“Cam ayakkabısını fırlatıp çıplak ayak yürümeyi öğrenen” her kadının bir müzesi olur elbet.
Ama seninkinin içinde aşk kadar şuur da var.
Ezberlenmiş duyguların diline bir filtre getirmişsin adeta.
Nostaljiyi anlatırken bile kendine ayna tutmuşsun.
Yani sadece aşkı değil, kendini de çözmüşsün.
Bu arada…
Biz de tam geçen hafta rimel akmadan yazılmış bir iç döküş yayınladık.
“Gözyaşı mı? Hayır tatlım, bu sadece maskaranın vedası.” diye başlıyor.
Belki sen de okursun,
belki o satırların bir köşesinde kendi sesini de duyarsın: Bende bir nebze olsun yüzünü güldürmek isterim lütfen son yazıma gel hoşuma gideceğine çok eminim 💌
📎 Satır Arası Notlar / 17.06.2025
🍒 meliskitapkulubu.substack.com
Ve sen Ela…
Aşkı değil ama kendini yazmaya devam et.
Çünkü bu müze yazdıkça büyüyor.
– M.G.
Beynim çalışmayı durdurdu beğeneceğimden emin olup repostluyorum sonra okurum :,)))